İç Anadolu Sanayici ve İş İnsanları Dernekleri Federasyonu

Türkiye'de üretilen malı kullanınız!

Atatürk Hep İleriye Baktı

CUMHURİYET GAZETESİ - SERTAÇ EŞ ANKARA- İç Anadolu Sanayi ve İşadamları Dernekleri Federasyonu (İÇASİFED) Başkanı Mehmet Akyürek, Türkiye’nin çıkış noktasının “üretim” olduğunu söyledi. Akyürek, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün “aklında hep iş olduğunu” belirterek, “Fotoğraflarına bakın Atatürk’ün hiç yere bakan fotoğrafı var mı, yok. Hep ileriye bakar” diye konuştu. Cumhuriyetin kalkınma politikasının doğru olduğunu, bu yaklaşımın halen kalkınmamış bölgeler için kullanılabileceğini belirten Akyürek, Ankara’nın sanayide ikinci sıraya oturduğunu söyledi. Akyürek, “Devlet üretimden çıksın mantığı doğru değil. Üretim yönetimle bütünleşmeli” değerlendirmesini yaptı. Cumhuriyet Bayramı’nın 87. yıldönümünde, Türkiye ekonomisini, Ankara’daki ekonomiye ilişkin gelişmeleri Cumhuriyet Ankara’ya değerlendirdi. Akyürek’in sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle: - Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki kalkınma anlayışı son dönemde terk edilmiş durumda, sizin yaklaşımınız nedir? M. A: Cumhuriyetin kuruluş yıllarına geriye doğru baktığmıızda bir toplu iğnenin üretilmediği, dışa bağımlı bir ülkenin önce bağımsızlık savaşı verildi. Ardından kurulan Cumhuriyetin devam ettirebilmesi için üretim içinde olma gerekliliği Ulu Önder Atatürk tarafından altı çizilerek belirtilmiş. Türkiye’nin çıkış noktasının üretimden geçtiğini, üretim derken de sadece sanayi değil, tarımın, hizmetin, bütün sektörleri içine alarak Türkiye’nin kalkınmasını dile getiriyor. Bireysel özgürlüklerle, zenginliklerle, kendi ürününü üreten, kendi ülkesinin bütün öz kaynaklarını doğru şekilde yönlendiren ve bunu halkının geleceği, refahı için kullanan bir Cumhuriyetin kuruluşu söz konusu. Bunu Ulu Önder Atatürk ve arkadaşları çok iyi kurgulamışlar. Atatürk’ün aklında hep iş var. İş Bankası’nın kuruluşu da zaten “iş”le başlıyor. Atatürk’ün küçük esnafların büyük işadamları olmasını istediği yönünde ifadeleri var. Devletin önce yatırımlarını yapacağı, bunu hür teşebbüsle yani özel sektörle paylaşacağnı, bütünleştireceğini, hem devletini hem kendi bireyini zengin edeceğini söylüyor. Zenginliği de rejimin sağlam ayakta durmasına bağlıyor. Bu bağlamda biz Cumhuriyeti tanımlıyoruz, o şekilde bakıyoruz. Ben iş dünyasının bir temsilcisi olarak hep üretim diyorum. Tabii burada üretim yönetimle bütünleşmelidir. Yönetim içerisinde üretenler yoksa, ülkenin yönetiminde aksaklıklar olacağı hatta bir ayağının olmayacağı yönünde düşünce taşıyoruz. - Atatürk, bağımsızlığın temelini ekonomiye bağlayan yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz? M. A: Atatürk bir dünya insanı, lider. Yönünü Batı’ya dönmüş, uygarlığı ve özgürlüğü Batı’dan alarak Anadolu’daki yapıyla özdeşleştiriyor. Türkiye’nin sosyoekonomik yapısını iyi biliyor, Ortadoğu’yu Kuzey Afrika’yı iyi biliyor, kısacası dünyayı iyi biliyor. Böyle bir insanın yalnızca Türkiye ile sınırlı kalması mümkün değil. Bir lider olduğu için dünya ile bütünleşmeyi, bunun yolunun da üretimden, ticaretten ve eğitimden geçtiğini vurguluyor. Sadece askeri bakışıya değil, ticareti, ekonomiyi, dış dünyayı çok iyi bilen ve buna göre ülkesini kurgulayan bir lider. İktisat kongreleri bu çabalarını ortaya koyuyor. Birçok şeyi önceden görüyor. Türkiye’nin altyapısını uzun bir vizyonla oluşturmuş. Bu anlamda bakarsanız Atatürk’ün yere bakan bir fotoğrafı hiç yoktur. Biz Atatürk’ü çok iyi özümsedik ve kendimize lider olarak seçtik. Hep ufka bakan bir tarzı var. Bu da onun ne kadar geniş bir dünya görüşüne sahip olduğunu ortaya koyuyor. - Bu yaklaşımı günümüze uyarlayabilir miyiz? M. A: Bugün Doğu’daki kalkınmanın özel sektör-devlet işbirliğiyle aşılacağına inanıyorum. Hiçbir özel sektör gidip Doğu’ya, Güneydoğu’ya yatırım yapmıyor. Ama devletle gidersek hem güvencemiz hem güvenliğimiz olarak yanımızda olacak. Devlet-özel teşebbüs girişimciliğinde yeni bir yapılanmayı kurguladıktan sonra sonra yine özel sektöre devredebilirsin. Elde ettiğiniz artık değerle de yurttaşa hizmet edersiniz. - Ankara’nın ekonomisini bize değerlendirir misiniz? M. A: Başkent olduktan sonra Ankara memur, öğrenci, sağlık kenti oluyor, sonra sanayi kenti olmaya talip. Ankara nasıl sanayiye adım atmış diye inceledik. Önce kazıkiçi bostanları dediğimiz bölgede konuşlanmış. Burada küçük işletmeler var. Tamirciler, tornacılar, oto bakımcılar, demir doğramacılar gibi küçük işyerleri var. Bu 1965’li yıllara kadar yürümüş o arada Siteler oluşmuş, mobilya alanında, ahşap işi yapanlar konuşlanmış. Biraz daha büyütelim diye Macunköy’ü seçmişler. 1967 yılında Küçük Ankara Sanayi sitesi diye bir grup esnaf biraraya gelmiş kooperatif kurmuşlar. Planlamışlar 3 bin 500 dönüm araziyi etaplar halinde bir değerlendirmeye sokmuşlar. Burada 200 metrekare işlikler ve katlarını yapmışlar. Sonra adı Ortadoğu Sanayi ve Ticaret Merkezi (OSTİM)olarak değiştirilmiş. Yetmeyince ivedik, GİMAT, Özankara, Kocasinan, gibi topladığınızda 15 bin işletme oluyor. Bu işletmelerle 150 bin kişi kapasiteli bir organize sanayi bölgesi. - Şu anda Ankara’da sanayi hangi güzergâhta gelişiyor? M. A: OSTİM bize yetmedi. Sincan Organize Sanayi Bölgesi kuruldu. 250 fabrikaya çıktı şimdi. Burası da yetmiyor. Eskişehir Yolu 34-40. kilometreleri arasında sanayi havzası oluşturuldu. Dört organize sanayi bölgesi var. Büyük bir sanayi havzası oluştu. Böylelikle sanayi kenti olmak üzere de ikinci sıraya oturdu, İstanbul’dan sonra... Bizim de kurucusu olduğumuz sanayi havzasında da gelecekte orta ve büyük ölçekli bin 500 fabrika olacak. Böyle bir Ankara sanayisi var. - Yatırımların niteliği nedir? M. A: Buradaki yatırımların hepsi üretime yönelik. Lojistik hizmet de gelebilir ama ağırlık üretimde. Bizim zaten OSTİM’de yapamadığmıız ürün yok. İş makinası yapıyoruz zaten markamız var. Zaten TAI, ASELSAN ve Havelsan gibi büyük işletmelerin alt yüklenicileriyiz. - Alt yüklenici olmanın avantaj ve dezavantajları nelerdir? M. A: Büyük işletme ne yapacağını belirler. Yıllık biz şu kadar traktör üretecğiz der, alt yüklenicilere riskiz işi dağıtır, tezgâh bizim, işçi, sermaye, ürünün hatalısı bizim. Biz kurala göre üretiriz, istedikleri fiyata göre alırlar, istediği zaman da öderler. Böyle bir altyüklenici ve çözüm ortaklığı var. İlişkiden şikâyetimiz var. - Ankara sanayisi markalaşma ve kurumlaşma konusunda çalışıyor mu? M. A: Evet. Biz önce şunu yapmaya çalıştık. Kendi iç piyasamızda firmalarımızın isimlerini tescil ettirdik. Sonra ürünümüzü markalaştırmaya çalıştık. Bir yandan teknolojiyi takip edeceksiniz, iyi üretim yapacaksınız, işletmenizi idame ettireceksiniz, bir yandan da ürününüz kabul görecek, ürününüzü dünya pazarına sunacaksınız. Uzun yıllar aldı zaten. - Uluslararası rekabete açık mısınız? M. A: Biz artık dünyayla bütünleşen 25 anlaşma yapmışız. Askeri, ekonomik, eğitim gıda ölçütlerine kadar sözleşmeler imzalamışız. Finans ve ticarette dünyayla bütünleşmişiz. Gümrük Birliği’ni kabul ederek AB’ye girmeden her türlü tavizi vermişiz, bundan sonra oynamıyorum demek vakit kaybettirir. Dünyadaki devlere gene biz yedek parça üretip satıyoruz. En güçlü olduğumz alan iş makineleri yedek parçalarıdır. Çok kullanılır, çok tüketilir, en iyi olduğumuz alan budur. Ama kamu alımlarında ithal zorunluğu maddesini kaldırtmak için çok uğraştık. Hâlâ bazı sözleşmelerde şart koşuluyor. - Sanayicinin de kalite noktasında bilinçlenmesi gerekmiyor mu? M. A: Çok doğru. Bir kere küçükler büyümezse ölcekler, ya orta ya büyük olacak. Bir de küçük gidecek ki öbür küçük de yanına gelsin. Bizim temsil ettiğimiz küçük orta boy işletmelerin hep hayali, küçükken orta orta iken büyük olmayı hayal eder. Çok arkadaş bunu başarmıştır. Bu en çok keyif aldığımız konudur. Ama biz üretenle, ticareti yapan iyi üleşsin diyoruz. Üreten az, ticaretini yapan çok kazanır mantığını kaldıralım. - ARGE yatırımlarına kaynak ayrılmaya başlandı mı? M. A: Kalite çok önemli. Bunun için ARGE olması lazım. Ama biz bunu yapmazsak öleceğimizi biliyorduk, O zaman kümeleşmeler yaptık. Kendi başına yapamadıklarını birleşerek yapsınlar, arge laboratuvarlarını kursunlar, üniversite-sanayi işbirliğini kursunlar, biz dernekler ve konfederasyonar olarak bunun işbirliğini yaparız. İstediğimiz düzeyde değil ama yapmak istiyoruz. - Sıkıntılarınız nelerdir? M. A: Sıkıntılarımızdan biri şu: Bankacılık sektörü bizim tapumuza bakıyor. Kredi talep ettiğinizde ne kadar tapun var, ipotek verebilir misin diye sorarlar. Finans dünyasının da mantığı değişmeli. Bizi zoraki mal sahibi yaptılar. Ölü dediğimiz yatırımları yaptık. Batı’da performansa kredi verilir. Ayrıca sürekli işletmeye yatırım yapılır. - Devletten beklentiniz nedir? M. A: Devletin KOBİ’lerin yanında olması olmazsa olmaz. Yüzde 99’u teşkil edeceksiniz, istihdımı, üretimi, işsizliği siz çözeceksiniz, ekonomiden ayrılan paydan yüzde 3-5 alacaksınız. Büyük işletmeler daha çok pay alacak. Biz bunun ters dönmesini istedik. Madem çoğunluğuz ekonomiden ayrılan payın çoğunu biz almalıyız. Ama olmadı, ekonomiyi yönetenler, böyle karar vermedi. Kim güçlüyse o alıyor. Yasal süreçlerde de KOBİ’ler müdahil olamıyor. Kamunun arazileri planlandı, emsali yükseltildi, konutu ürettin, yurttaşına ihtiyacı olanlara diye çıktın. O da olmadı, gitti parası olan almaya başladı. Aynı şeyi niye sanayide uygulayamadık. Yapılmadı çünkü sanayi riskli görüldü. - KOSGEB’le ilişkileriniz nasıl? M. A: Bizim için kurulmuş bir kurum, misyonu bu. Ama istediğimiz düzeyde değil. Bize yardımcı olmak için uğraşıyor. Burada merkezi var. İki yılda bir desteklerini güncelleştirir. Üretim sektörleri destekleniyordu, şimdi hizmet sektörleri de desteklenmeye başladı. İtirazımız var ama devlet tercihini öyle yaptı. Biz hep şunu söyledik, bizi iyi bilen iyi tanıyanlara ihtiyaç var. - Var mı böyle uzmanlar? M. A: İstediğmiz düzeyde değil açıkçası. Bizimle uzmanın özdeşleşmesi lazım. Şunu talep ettik uzman işletmemizi çok iyi tanısın, biz yol haritasını birlikte hazırlayalım. Stratejik planlamayı birlikte yapalım. Bizden biri olsunlar, biz bu firmayı büyütmek için neler yapabiliriz birlikte tespit edelim, devlet de olanaklarını tahsis etsin. "Tek işçi çıkarmadım" İÇASİFED Başkanı Mehmet Akyürek, kendisini “Metal hekimi” olarak nitelendiriyor. Akyürek, metalin yenilenmesi, ömrünün uzatılması ve ekonomik değerinin artırılmasını sağladığını söylüyor. Krize bağışıklı olduğunu kaydeden Akyürek, 1954’te Kırşehir’de doğmuş. Babası marangoz Hidayet Akyürek, Ahi Evran teşkilatından yetişmiş. Akyürek girişimciliğe babasıyla yaşadığı bir tartışma sonrasında başlamış. Yemek artıklarını döktüğü derede balıkları, kitaptan öğrendikleriyle basit bir olta yaparak yakalamış. Sonra yarısını “Irmak Kıraathanesi”ndeki “akşamcılar”a satmaya başlamış. Kazandığı parayla Teksas, Tommiks kitapları almış, kitap sayısı 300’ü bulunca bunları kiralamaya başlamış. Akyürek, kitap işini şöyle anlatıyor: “Saray Sineması’nın önünde kitapları en eskiden en yeniye doğru sıralar, 5 ila 25 kuruşa isteyenlere, sinema açılıncaya kadar duvar dibinde okuturdum. İyi para kazanıyorum, standartlarım yükseldi, yürüyüşüm değişti. İş büyüyünce evden istemeye başladılar. Eve gelip gidenlerin artması babamı kızdırdı. Bir gün atölyedeki varil sobada 300 kitabımı yaktı ve ben ilk kez battım, sermayeyi sıfırladım.” Akyürek daha sonra inşaat kalıplarındaki çivileri bedelsiz sökmeye başlar. Söküp düzeltip yeniden başka inşaatlara çivileri satarak para kazanır. Liseyi bitirdikten sonra Eğitim Enstitüsü’ne giren Akyürek, siyasi olaylar nedeniyle Ankara’ya gelmek zorunda kalır, Ankara Yenimahalle ilçesinde bir dönem vekil öğretmenlik yapar. Akyürek Milli Selamet Partisi’nin (MSP) iktidarda olduğu dönemde Tarım Bakanlığı’na memur olarak alınmasını şöyle anlatıyor: “Beş kitap okuttular. Tekamül mü Soysuzlaşma mı, Huzur Sokağı, Peygamberler Tarihi v.s. Kitapları iyi anlattım, Tarım Bakanlığı Bağ Bahçe Daire Başkanlığı Süs Bitkileri Şubesi’ne evrak memuru oldum. 2 bin 400 liraya Konur Sokak’da kirada oturuyorum aldığım maaş bin 701 lira. Belediyenin karanfil satma izni verdiği hasta bir teyzeyle anlaşarak onun karanfillerini, Atatürk Bulvarı’nda Karanfil Sokak’ta akşam eve geç kalmış akşamcılara satarak açığı kapattım. Sıhhiye Orduevi’nde çöpe atılan çiçekleri, nöbetçi astsubaydan izin alarak aldım, tasnif ederek sattım. Yani hep sıfır sermayeyle iş yaptım.” Akyürek, askerlik dönüşü akrabalarının yardımıyla Orhan Tan Boya Firması’na girer ve burada 7 yıl çalışır. “İşyeri açacağım” diye ayrılınca patronu bankadan aldığı krediye kefil olur. Okul sıralarının demirlerini boyar. Kamu kurumlarının sandalye masalarını boyamaya başlar, işi büyütür, askeriyeden, Devlet Malzeme Ofisi’nden iş alır ve bir ara Ankara’daki bütün boya fırınlarını kiralar. Sonra Ankara’da olmayan elektrostatik toz bayayı getirir. Akyürek, OSTİM’de bir ilki daha gerçekleştirir ve işyerinde eşiyle birlikte beraberce çalışır. “O dönem OSTİM çok tutucu, sonradan kadınların çalışması normal karşılandı” diyor Akyürek ve kendini anlatmayı şöyle sürdürüyor: “1987’de benimle birlikte çalışmaya başlayan Muharrem Usta hâlâ yanımdadır. Hiç işçi çıkarmadım, ancak kendisi çıkan oldu. Sosyal demokrat dünya görüşüne sahibim, işçilerimle birlikte kazandık, birlikte büyüdük. Şimdi kızım işin başında. Hedefim yeni fabrikalar kurmak, malzemelerimiz hazır kriz nedeniye beklemedeyim.” Akyürek birçok kooperatif ve işadamı derneğinde olduğu gibi OSTİM Sanayici İşadamları Derneği’nin de kurucusu. “Küçük üyelerimiz ‘Bizi büyüt’ deyince kooperatif kurduk, Türkobası Malıköy bölgesinden arsa aldık orası şimdi Ankara’nın sanayi havzası oluyor. Yalnız Türkiye değil, dünyada model olarak kabul ediliyor” diyor Akyürek... Akyürek, hedeflerini gerçekleştirmiş, kendileri için emekliliğin söz konusu olmadığını söylüyor, ve ekliyor: “OSTİM’de kuraldır, küçüksen orta olacaksın, sonra büyük olacaksın, yani durmak yok...”

İÇASİFED

İç Anadolu Sanayici ve İş İnsanları Dernekleri Federasyonu Uzay Çağı Cad. No : 76/A Ostim Yenimahalle Ankara